Bir süredir içimde adını tam koyamadığım bir huzursuzluk var. Yapay zeka/LLM modelleriyle çalışırken, özellikle yazılım geliştirme, mimari tasarım ve günlük destek işleri bağlamında, eskiden hissettiğim tatminin yer değiştirdiğini fark ediyorum. Bu bir “AI karşıtlığı” değil. Daha çok, mesleki kimliğimin ve alıştığım haz kaynaklarının sessizce şekil değiştirmesi.
Bunu yazıya dökmek istedim; belki benzer bir çatışmayı yaşayan başkaları da vardır.

Eskiden Tatmin Nereden Geliyordu?
“Eski günler” dediğim şey nostalji olsun diye değil; gerçekten farklı bir tatmin modeli vardı.
- Bir şey inşa ederdik.
- O şeyin sorumluluğunu alırdık.
- O şeyin kullanıcıya dokunan kısmını biz belirlerdik.
- Ve bunun sonucunda ortaya çıkan etkiyle gurur duyardık.
Bir özelliği sıfırdan üretmek, bir sistemi uçtan uca tasarlamak ya da bir müşterinin problemini çözüp yüzündeki rahatlamayı duymak… Bunlar işin maaş ve title kısmından bağımsız “mesleki mutluluk” üreten alanlardı.
Kendi ellerimizle yaptığımız işin çıktısını (eserini de diyebiliriz) sahiplenirdik. “Ben yaptım/Biz yaptık” cümlesi kibirli değil; doğal bir aidiyet cümlesiydi. Çünkü:
- Çıktı bize aitti.
- Kullanıcının deneyimi bize emanetti.
- Öğrenme, sadece okuyarak değil yaparak ve mücadele ederek oluyordu.
- Sonuç da bizimle özdeşleşiyordu.
Dokunuyorduk. Hem koda hem insana.
Şimdi Ne Oldu?
Şimdi aynı işleri hala yapıyoruz ama oyun alanı değişti.
AI/LLM ile birlikte:
- Kod yazma (aslında üretme mi demeliyiz) hızımız dramatik biçimde arttı.
- “Blank page” veya “Form 1/Button 1” korkusu neredeyse yok oldu.
- Mimari alternatifler birkaç saniyede önümüzdeki listelenir hale geldi.
- Destek süreçlerinde ilk cevabı insan değil model vermeye başladı.
Bunların hepsi objektif olarak iyi şeyler.
Hatta çoğu zaman verimlilik artışı o kadar büyük ki, bu dönüşümü reddetmek neredeyse irrasyonel.
Ama mesele verimlilik değil. Mesele şu:
Benim tatmin aldığım yer, işin içindeki rolümle birlikte başka bir yere kaydı.
Eskiden “üreten eller” bizimdi “üreten akıl” de bizimdi. Şimdi “üretimi yöneten/denetleyen akıl” olmaya doğru kayıyoruz.
Kulağa küçük fark gibi geliyor ama içsel hissiyat açısından bence bu bir dev fark.
Sahiplik Duygusu Nereye Gitti?
AI/LLM ile üretilen kodlara, mimari tasarımlara veya UI tasarımlarına bakınca bazen şunu hissediyorum:
“Bu benim işim mi, yoksa benim adımı taşıyan bir şey mi?”
Çünkü:
- Üretilen artifact tek bir zihnin ürünü değil.
- Benim sağladığım katkını oranı bulanık. Ne kadarın benim, ne kadar modelin?
- “Benim tarzım/izim” dediğim alan daralıyor.
- Üretilen şeyle aramda mesafe oluşuyor.
Bunu belki bir editörlük hissiyle tarif edebilirim.
Eskiden yazardık. Şimdi daha çok düzeltmenlik mi yapıyoruz?
Bu kötü mü? Değil.
Ama farklı.
Ve insanın yıllardır biriktirdiği mesleki kimlik, “ben kimim?” sorusunu yeniden soruyor.
Öğrenme Biçimi Değişince, Haz da Değişiyor
Yıllarca şu döngüyle öğrendik:
- Eğitim veya Bilgi
- Problem
- Zorlanma
- Deneme-yanılma
- Çözüm
- “Aha!” anı
- İçsel ödül
AI/LLM bu döngünün “zorlanma” ve “deneme-yanılma” aşamalarını ciddi ölçüde kısalttı.
Çünkü model:
- Aklımıza gelmeyen şeyi söylüyor.
- Alternatifleri anında üretiyor.
- Karşılaştırmayı bizim yerimize yapıyor.
- Hatta bazen çözümü doğrudan veriyor.
Bu durumda öğrenme sürüyor ama yaparak değil, seçerek öğreniyoruz.
“Yapmak” bedensel ve zihinsel bir temas.
“Seçmek” ise daha steril.
Steril öğrenme verimli ama daha az iz bırakıyor.
Ve iz bırakmayan öğrenme, tatmin üretmiyor.
Destek İşlerinde Daha Garip Bir Şey Var
Beni en çok sarsan alanlardan biri “destek” tarafı oldu.
Eskiden bir müşteriye yardımcı olmanın büyüsü şuydu:
- Meseleyi çözüp rahatlatmak
- O kişinin işine gerçekten dokunmak
- İnsani bir bağ kurmak
- Ve “seni anladım, birlikte çözdük” duygusu
Şimdi çoğu akış şöyle:
- Kullanıcı soruyor
- Bot cevaplıyor
- Biz sadece “bot doğru cevapladı mı?” diye bakıyoruz
Yani dokunma anı aradan çekiliyor.
Çözülen problem hala var ama “insandan insana temas” yok.
Bu, destek mühendisliğini teknik olarak büyütüyor belki.
Ama içsel olarak daraltıyor veya erozyona uğratıyor mu dersiniz?
Bu Bir Kayıp mı, Yoksa Evrim mi?
Burada net bir yanıtım yok.
İçimdeki çatışma zaten buradan doğuyor.
Bir yandan:
- Daha hızlıyız
- Daha geniş spektrumu görüyoruz
- Daha az hata yapıyoruz (en azında hata yapma olasılığımız azalıyor)
- Daha iyi ölçekleniyoruz (efor başına düşen çıktı artıyor)
Diğer yandan:
- Emek-iz ilişkisi zayıflıyor
- Sahiplik flu hale geliyor
- Haz kaynağı değişiyor
- İnsan teması azalıyor
Kayıp mı bu?
Belki kısmen.
Ama aynı zamanda bir evrim.
Mesleğin doğası değişiyor. Biz de değişiyoruz.
Sorun şu ki:
Evrim ve değişim her zaman romantik hissettirmiyor.
Peki Bu Çatışmayla Ne Yapacağım?
Henüz “doğru cevap” bulmuş değilim.
Ama şunları fark ettim:
-
Tatmini yeni yerlerde aramak zorundayım.
Artık “ben yaptım” değil, “biz birlikte (insan + model) daha iyi yaptık” demeyi öğreniyorum. -
Sahiplik tanımım değişiyor.
Artifact’in satırlarını değil, kararlarını sahipleniyorum.
Hangi çözüme neden “evet” dediğim, hangi riski neden aldığım…
Sahiplik artık “yazmakta” değil “seçmekte”. -
Modeli araç olarak tutmak önemli.
Bazen bilinçli şekilde yavaşlayıp kendim çözmek, kaslarımı ve reflekselerimi diri tutuyor.
Her şeyi modele bırakınca hız kazanıyorum ama içsel bağ kaybediyorum. -
İnsan temasını bilerek korumak gerekiyor.
Destekte, tasarımda, ekip içi iletişimde…
Model araya girse bile, insan insana dokunmanın değerini özellikle korumalıyız.
Sanırım Yeni “Ustalık” Bu
Belki de yeni dönemin ustalığı:
- Modelle yarışmak değil
- Modeli yönetmek
- Onun ürettiğini kritik etmek
- Onun ufkunu doğru yere kanalize etmek
- Ve en önemlisi: insan tarafını kaybetmemek
Yani yazılımın tatmini artık sadece “kod”dan değil;
kodun anlamını, etkisini ve yönünü yönetebilmekten gelecek.
Bu değişim kolay değil.
Çünkü eski tatmin modeli çok güçlü bir alışkanlıktı.
Ama gerçek şu:
O dünya geri gelmeyecek.
Ve biz bu yeni dünyada mesleki mutluluğumuzu yeniden tanımlamak zorundayız.
Son Söz (Şimdilik)
Bu yazı bir sonuç yazısı değil.
Bir ara rapor gibi.
Büyük bir hız çağında, yavaş bir duyguyu anlamaya çalışıyorum.
Belki birkaç yıl sonra bu hisler başka bir şeye dönüşecek.
Belki de hep böyle “iki arada bir derede” kalacağız.
Ama şunu biliyorum:
Yapay zeka bize sadece daha hızlı kod yazdırmıyor. Bize yazılımı sevme biçimimizi de yeniden öğretiyor.
Ve ben o yeni sevgiyi öğrenme sürecindeyim.
Bu yazıyı beğendiyseniz Twitter’da takipçilerinizle paylaşabilir veya beni Twitter’da takip edebilirsiniz.